18 Mart 2009 Çarşamba

üfle!


bu bir doğum günü yazısı.

oturursam 23 yıla ait 23 en güzel gün bulabilirim, ya da 23 en kötü gün, 23 "iyi ki", 23 "keşke", 23 milyon tane şey. 23 kişiden saçma sapan ya da çok da gerekli nedenlerden özür dileyebilirim, ya da 23 kişiye saçma sapan ya da çok doğru nedenlerden teşekkür edebilirim. 23 filmindeki gibi hayatımın her sokağını 23 numaralı caddeye çıkarabilirim. 23rd avenue ya da 23rd square... ama bu yazı bunun için değil.

86 yılının 13 martı gecesi, 36 yaşındaki huriye hanım geçen gece bana söylediği gibi "bir sancılandı, bir sancılandı..." bebeğin ölü sanılması, apar topar sezeryana giriş, 2 ay önce gerçekleşen doğum, küvezde geçirilen günler, yaşayamayabilir korkusuyla üzerine titrenen bir bebeğin hastaneden çıkışıyla son bulur.

her doğumgünümde tam da pasta üflenecekken annemin, babamın ve doğumdan sonra beni görmüş çoğu insanın aklına o erken gelen bebeğin görüntüsü düşer. bir hafta sonrasını görür müyüz diye bakılan o kel ve çirkin bebek, 23 yaşına gelmiş de utanmadan hala mum üflüyor! arkadaşlarımın çoğu zaman dediği gibi:
hande the prematüre! kronik kansızlığı olan, hep hasta, mızmız kız!

20 yaş çok koymuştu bana, sonu sıfırla biten yaşlardan korkacaksın zaten. mesela 10, sınıf itibariyle önünde bir hedef belirir hemen ya takdir alacaksın ya teşekkür! sonra 20, sonu sıfırla biten son kutlanası yaş. 30 u görmedim henüz ama muhtemelen benim arkadaş grubumda umutsuz ev kadınları tadında kutlanacak... alışveriş, kuaför, topuklu ayakkabılar ve şarap içmekten sırası gelmeyecek bir pastayla...

23 yılda çok şey biriktirdim ben. peçete koleksiyonu yaptım mesela, sonra sıkılıp burnumu sildm onlara. babamla abimin pul koleksiyonlarındaki pulların hepsinin arkasını yaladığım gibi defterlerime yapıştırdım, benden kurtarabildikleri bir yerlerde saklı durur hala. şeker paketi biriktirdim kolye yaparız diye, annem attı onları. bilye biriktirdim, çok ses çıkardı oynarken yerde ve "aşağıda insan oturuyor"du, onlar da büfede bir kavanozun içinde yerlerini aldılar. büyüdüm biraz, bilet biriktirmeye başladım. tren bileti, konser bileti, tiyatro bileti... arkasında kiminle nereye ne zaman gidildiğinin tarihiyle. sonra bu kültürel bilet koleksiyonu yerini yavaş yavaş bira etiketlerine şarap mantarlarına ve şişelerden çıkan bilyelere bıraktı. katıldığım organizasyonların yaka kartları, kaldığım otellerin oda kartları, ilkokul arkadaşımla ellerimizi sayfanın üzerine koyup kenarlarından kalemle çizerek izini çıkardığımız sarı sayfaların yanında yer aldı zamanla. bir kaç kesik fotoğraf, derste atılan bir kaç not, bir kaç kuru çiçek...

biriktirdiklerim saymakla bitmez. ama ben en çok anı biriktirdim. sıkılmadan, yorulmadan insanların mimiklerini biriktirdim aklımda. gülerken gözlerinin kısılmasını, ağlarken dudaklarının düşüşünü biriktirdim. masaya vurdukları yumruğu biriktirdim, aynı insanların içine sokmak istercesine sarılışlarını da biriktirdim. yanağıma koydukları bir öpücüğü de biriktirdim, itip düşürdüklerinde dizimde açtıkları yaraları da. saymak isteyip de sayamadığım, sayarken aklımda bulamadığım bir çok şey biriktirdim ben böyle hem zamandan hem insanlardan. dakikalar ve saniyeler arkadaşlar, dostlar ve düşmanlarla aynı yerde biriktiler 23 yıl boyunca. ve birikecekler de zihnim buna karşı gelene kadar.

işte ben tüm bu biriktirdiklerimin bir kısmını alıp gözümün kenarındaki kaz ayağı'na koydum. 30 yaşıma geldiğimde belki sizin de hayretle farkedeceğiniz gözümün kenarındaki o çizgilerin arasına sıkıştırdım. bir kısmını dudağımın kenarındaki çizgilere sıkıştırdım, gülerken ve bağırırken ve konuşurken. bir kısmını sol gözümün üstündeki o hep bakılıp da sorulmaya çekinilen "scarface" yara izlerime sıkıştırdım, ufak bir cam parçası ile. bir kısmını iki kaşımın arasına sıkıştırdım sinirlenince, ya da anlamaya çalışırken kafanızdan geçenleri. bir kısmını avuçlarıma sıkıştırdım, bir kısmını açılan yaralarıma...

bir biyolog olarak hafif artizlenerek (artistlenerek değil artizlenerek) söyleyebilirim ki hücreler fazla birkimden yaşlanır. üretir, alışveriş eder, kullanır ve biriktirirler. biriktirdikçe yaşlanırlar, ama biriktirmekten vazgeçmezler. biriktirdiklerim beni yaşlandırıyor biliyorum, ama biriktirmeden olmaz ki!

kupkuru bir sünger gibi atıldı zihnim doğduğumda bu derya denize evet, o günden beri önemli önemsiz bir çok şeyi içine çekip orada tutmaya çalışıyor. unutmak istediklerim oldu, aklıma kazımak istediklerim de. hepsi işte; aklımda tuttuklarım, tutamadıklarım, bıraktıklarım, bırakamadıklarım, beni bırakanlar ya da benden habersiz zamanın akışına kapılıp zihnimin bıraktıkları... ben tüm bunların ortasında kimine göre "henüz 23 yaşında" kimine göreyse "maşallah 23 yaşında" biriktirdikleriyle yaşamaya çalışan o mızmız kızım hala! mızmızlanmadığım ve asla mızmızlanmayacağım tek konuysa biriktirdiklerimin beni yaşlandırıyor olması.

belki 30. yaşımda da klavyeyi önüme alır biriktirdiklerimden bahsederim. sonu sıfırla biten yaşlarla ilgili düşüncelerim değişmiş olur belki o zaman. yaşım itibariyle biriktirdiğim anılar değişir, biriktirdiğim köpek öldüren mantarlarının yerini yıllanmış fransız şarapları alır belki de. anılarımı sıkıştırdığım bu gençlik çizgileri yerini olgunluk çizgilerine bırakıp derinleşir biraz daha bir türlü düzenli kullanamadığım cilt bakım ürünlerine rağmen.

30. yaşımda burada olursam eğer, ve olursanız siz de göreceksiniz ki 30 yaşındaki o mızmız kadın da bir tek biriktirdiklerinden şikayet etmeyecek! zamana saydıracak yine, her bir hücresinin biriktirdiklerine saydıracak tek tek, güneşe saydıracak, kozmetiklere ve giremediği pantolonlarına saydıracak, balayına giderken bindiği otobüsün biletini sakladığı o renkli kutuya ve biriktirdiklerine sarılarak ve hiç bırakmadan!

P.S: biriktirdiğim herkese ve herşeye ;
ben değil hayır, siz iyi ki varsınız!

1 yorum:

Pyromancy dedi ki...

Kel doğduktan sonra turuncu olmana ne diyeceksin peki? onu es geçmişsin...:)
Dost kontenjanı doldu ,tanışılacak kim kaldı artık bizim gibiler yok derken turuncu biri çıkıp yan masana oturuyor ve gülümsüyor sana.Önce içilen kahvelerin tadında,sonra çay getirmek için taş kağıt makas oynarken,bir kadeh şarapta,bir otobüs yolculuğunda tanıyoruz birbirimizi.Bir akşam üstü,oturuken yan odadan kıkır kıkır gülen turuncuya bakıyorum ve diyorum ki: İyi ki ! :)