12 Şubat 2009 Perşembe

isn't it ironic, don't you think?



"isn't it ironic, don't you think?
" der Ironic şarkısında Alanis Morissette.



hayatın her koşulda kaldırılabilir bir espri anlayışı var. en adi eşek şakaları dahil buna, şu yapanı gözünüzü kırpmadan çekip vuracağınız türden. karşınıza geçmiş size yaptığı şakaya karnını tuta tuta gülen şekilsiz bir surat bulamayınca, sineye çekiyorsunuz mecburen. içinizde kadercilikten isyana ışık hızıyla koşuşturan cümleler biriktirerek.


işte o eşek şakalarının birinin altından kalktım ben daha yeni. okumam gereken yüzlerce sayfa kitap ve makale, girmem gereken sınavlar, aylardır okulun karşısında gitmek istediğim bara otobüs penceresinden bakıp iç geçirerek katettiğim ev yolu (ne yazık ki aylardır hiç bir arkadaşın evine, hiç bir kafeye sapmamış ev yolu!), evde sorunlar, otobüste hep pas ve ter kokan bir adam ve en kötüsü uzun bir beraberliğin içinde uzun bir yalnızlık, verilmesi gereken bir karar ve ardından yüzleşilmesi gerekenler... işte bu hayatın şakasının eşek olan kısmıydı.

kafamda bu pis şakayı yapanın o pis sırıtışını canlandırarak ben bir süre "çok mutsuzum" cümleleri sarfettim. hayır burda o tıkanır gibi nefes alışıyla "muuutsuuuzzzsun (hııh) benim gibi, muuutsuuuuuzzzusuun (hııııııh)" diyerek serdar ortaç girmiyor! aksine tam burda bob dylan'ın mr tambourine man'i üzerine yazılmış, beklenmeyecek yorumuyla müslüm gürses " hayat berbat" diyerek giriyor. ve playlistte ömrümüzün en acıklı şarkıları dönüyor.. ben böyle kendimi beni derinlerine çeken yapış yapış bir bunalımın içine bırakmışken hayat bi yerlerde bu eşekliğini şakaya dönüştürmenin peşine düşüyor.

dersler bitiyor, sınavlar güzel geçiyor, daha bir çok şey. ama asıl benim gibi hayatı boyunca yalnızlıktan korkmuş birini nasıl mutlu edeceğini çok iyi biliyor. başlangıçtaki bir msn penceresi, bir mesaj, bir telefon, bir şehirlerarası yolculuk, bir dolmuş parası, bir son durak, bir merhaba, bir nefes yanık nargile, bir çevir-aç kapak, bir kaç adım, bir bira daha, bir gece, bir gün, bir hafta oluyor... öylece bırakıyorum kendimi, daha çok şey olsun diye umarak!

hayat yalnız bırakırken ne kadar acımasızsa, yalnızlığını alırken de o kadar cömert davranıyor. iliklerinden bile çekip alıyor yalnızlığı, içinde kapalı tek bir tozlu oda bırakmayıncaya kadar açıyor kapılarını. içine yeni birini koyuyor, ve o biri o bomboşluğun içinde elini en küçük eşyaya bile süre süre dolaşıyor kendinden emin, pervasız. "dur yapma, ben her gidenin ardından elimde bir bez bütün parmak izlerini ovalayıp çıkarmaya çalışıyorum" diye engel olacak oluyorum, beceremiyorum. aklımda hayatın o pis surat ifadesiyle karnını tutarak bana gülüşü.. "tamam" diyorum, teslim oluyorum. mutluluk, hemen ardından geldiği mutsuzluğun ironisi oluyor. ve ben biliyorum hayat orda bi yerde bir sonraki eşekliğinin peşinden koşuyor. "yine de değer!" diyorum bakınca şimdi. "yeter ki bana bu izleri de sildirme bir gün.."diye pazarlığa oturacak oluyorum, boşuna..

and life has a funny way of helping you out
when
you think evertyhing's gone wrong
and everthing blows up
in your face
and isn't it ironic...
don't you think

a little too ironic..
and yeah i really do think...


şimdi mutluyum, ama biliyorum oralarda bir yerlerde yeni oyunlar kuruyorsun! bu sefer oyununu yalnızlık üzerine oynayamayacaksın! çünkü yıllarca sırama yazdığım gibi, biz düşlere inanırız!



PS: playlistte yeni türkü.. şarkının adını verecek değilim, azcık kafanızı çalıştırın!

Hiç yorum yok: