"biri çıkar karşına, bir yanını görürsün, aslında sana çok uyacaktır da zaman doğru değil diye düşünürsün. kafanda şöle dersin " bi 5 sene sonra çıkacaktı karşıma, o zaman her şey çok güzel olurdu". ya da tam tersi; "ben seni geç buldum" dersin. sana göre o doğrudur da, zaman yanlıştır. ben düşündüm böyle şeyler şimdiye kadar, karşıma çıkan adamlar hakkında." dedim.
sonra
"ben doğru zamandayım, sen doğru zamandasın, zaman doğru. hayır öyle değil işte. ne suç ne de nitelik zamanın aslında. zaman kahramanlardan uzak, çaresizlikle suçlanacak en uygun şey belki... bunca zaman yanlış noktada durmuşum. doğru olan zaman değil, doğru olan benim. doğru olan sensin ki bu çok güzel. doğru olan biziz, işte bu şahane! hey zaman, peşini bıraktım; bizden bağımsız ak istediğin gibi!" yazdım.
bizim aslında ömrümüzün en yanlış zamanında doğru diye adlandırdığımız şeyleri bulmamızdan bahsetmiş. yani işin içinde doğru varsa, yanlış da var. hatta başlı başına doğru-yanlış sınıflandırması hata. evet belki de, üzerinde düşündükçe kendi söyledikleriyle de çelişiyor insan.
çoğunlukla "o zaman öyle olması gerekiyormuş" derim. bakınca yanlış insan görmem hiç geçmişimde, o zamanın doğrusuydu derim. yani yine zamana takılırım. onun için doğru zamanmış, şimdi yanlış aslında bakınca. halbuki dün gece "zaman kahramanlardan uzak, çaresizlikle suçlanacak en uygun şey belki" diye yazdım. aklımın sınırlarını zorluyor üstünde düşündükçe. zaman sunay akın'ın sevgilisyle kendisine benzettiği yan yana iki tren rayı gibi. bir doğru bir yanlış çizgi, yanyana akıp gidiyor hayat boyu. ve biz o rayın üzerinde yol alıyoruz gideceğimiz yere. iki raya da basıyoruz ayaklarımızı, ikisinin de üzerinde yükseliyoruz. bir ayağını kaldırmak ne mümkün, ama işte bazen baktığımız yerden diğer ayağı görmezden geliyoruz.
bu tesbitten sonra pastaya takılıyorum. bir masada oturmuş önümzdeki masaldan fırlama pastayı yavaş yavaş her lokmanın tadına vararak yiyoruz diyor.. işte diyorum bahsettiği yanlış bu olmalı, bir kavanoz nutelladan daha hayranlıkla yediğim o pastanın içinden çıkan ufacık bir ceviz kabuğu... ya da hafif küf kokulu bir frambuaz.. işte bizim yanlışımız ancak bu kadar, tabağın kenarına bile çıkarmayı düşünmeden yutkunup yemeye devam edeceğimiz türden. o kocaman lezzetli pastanın yanında önemsiz derecede küçük.
kabul ediyorum yanlışlar içinde doğrular, doğrular içinde yanlışlar olduğunu. yine de aklımın bir köşesinde benim, onun, pastanın ve hatta sandalyeler ve masa dahil her şeyin doğru olduğu fikri kalıyor. çünkü ben yanlış yapmaktan deli gibi korkan ama yine de kendinden beklenmeyecek şekilde yaptığı yanlışlara bile bağlanan biri oldum hep. yine de, sürer takıntılı doğru arayışım.
zamanın soyutluğu içinde doğrunun izini süren ben, hayali bir pastanın lezzetini alıyorum damağımda şimdi... gözlerimi kapatıp başımı iki yana sallıyorum ve ağzımdaki lokmanın damağımla dilimin arasında ezildiğini hissediyorum... dişime takılan o küçük ceviz kabuğunu önemsemeden yutup, çatalıma bir lokma daha alıyorum!
mmmmmhh!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder