Masada arkadaş da aynısından içiyor diye alınmış bi paket sigara. Oysa ki yanlış alınmış.
Masada etiketi soyulmuş biralar, 3 tane. Bi tanesi "ego" sözcüğünü gereksizce fazla seven bir çocuğa ait. Arada çocuğun anlaşılmamak üzere kurulmuş ama birbirinin aynı milyonlarca cümlesinden sıyrılıp sokaktan geçenlere bakıyorum.
Masada elde top yapılmış ya da katlanmış bira etiketleri. Bazıları patlamış mısırın içine, bazıları da kül tablasına atılmış.
Masada birbirinin aynı iki telefon, hatta öyle ki numaraları bile neredeyse birbirinin aynı. Bir tane daha var ama o egolu çocuğa ait ve şu an çocuk çok sıkıcı bir konu.
Sokakta küçükken arabada giderkenki eğlencemiz "beyaz arabaları saymaca" oynar gibi sayabileceğimiz kadar çok topuklu ve desenli çoraplı kızlar var. Mini eteklerinden görmek üzere olabileceğimiz şeyler üzerine o an komik olan espriler yapıyoruz. Topuklu ayakkabı giymediğim için pişman mıyım diye soruyorum kendime masanın altında yanları açılmış converslerime bakarak. Kıskandığım heyecan verici mini etekleri, yanında sevgilileriyle girmek üzere oldukları canlı müzik, dikkat çeken bacakları ya da topukluya rağmen muhteşem yürüyüşleri değil. Kıskandığım bir şey yok, laf olsun diye konuşuyoruz burda. Öyle ki laf olsun diye çok konuşan bir çocuğu dinleyip anlamaya çalışıyoruz. O kadar boş vaktimiz var.
Sokakta saçları, gömlekleri, yürüyüşleri komik insanlar var. Gelip geçiyorlar sokaktan belki en fazla 1 dakikada. Bizim masada kalıyorlar belki 5 dakika, belki de yarım saat.
Sandalyeme dokunmadan servis yapamıyor garson, sandalyemi 3 yöne de çeviriyorum ama anlamı yok, sokak kalabalık, masalar sıkışık. Yandakinin sohbetini dinlemeden konuşamıyoruz. Garsonun kasesi büyük,yapacak bir şey yok.
Hava tam bahar, ne ceketle oturabiliyorum başta ne de ceketsiz. Sonra gece geliyor tamamen karanlığının ardından soğuğuyla da. Ceket yetmiyor işte artık, ödünç verilip de getirilmeyen şalın hesabını soruyorsun o zaman yandaki sandalyenin sahibinden.
Bira güzel, glikoz basılmış bira bana yüzde yüz malt biradan daha lezzetli geliyorsa ne yapayım? Bunun hesabını karşımdaki çocuğun ezberlenmiş sözcüklerine verecek değilim!
Deniz kokusu var sonra, burnuna dolunca evinde hissettiğin. Sokakta evinde hissetmek!
Canlı müzik sesleri geliyor sokaktan, yandaki masanın komik muhabbetinden, karşımda oturan çocuğun sevimli yüzüne rağmen çekilmeyen bozuk kaset muhabbetinden, sokaktaki uğultudan sıyrılıp kulağına süzülüveren. Müziğin peşinden gidebiliriz iki kız, ama biz ona üç kız gittik daha önce, bi kere tadı alındı. İki kız artık hep eksik bir mevcut olacak. Sevgililerimiz olabilirdi ama yoklar ne yazık! Ve arkadaş olan erkekler olabilirdi yanımızda, ama yanımızda bu arkadaş kategorisinden çok uzakta bir erkek var. Çocuk yok sayılamıyor ne yazık ki, varlığı çok fazla ve sıkıcı.
Sokak o kadar ışıklı ki, biraz çeneni kaldırıp bütün sokağı rum evlerinin çıkmalarıyla görebilirsen, için de ışıklanıyor. Aslında bu kare için kendini zorlamana gerek yok, sokağa bak bi kere herhangi bir köşesinden yeter. Işık bulaşıcı ve her yerde. Işık kalabalıkta, ışık birada, ışık uğultuda, ışık gürültüde, ışık müzikte, ışık masada, ışık karşıdaki sandalyelerde, ışık içinde. Işığı arayıp bulduğun yer yine sensin. Benim yani, hikayede sen yok.
Böyle bir gün vardı işte, akşam vardı hatta, hatta gece. Böyleydi ve güzeldi içinde sevgilinin olmayışına rağmen, içinde bir gitaristin parmaklarının gitarda dolaşmasıyla eş zamanlı söylenmiş bir şarkı olmamasına rağmen, bir arkadaş aranıp bulunmamasına rağmen, çok konuşan çocuğa rağmen. Nefesti. Uzun süre almak için beklenmiş.